Header Ads

ad

Marcel Duchamp – Tahakkümün Sonu





Sanat,tıpkı spagetti gibi satın alınıyor .
Marcel Duchamp


Sanat Tarihi boyunca Sanat’ı en ciddi biçimde tehdit eden isim Marcel Duchamp olmuştur. Duchamp’ın bu saldırgan tavrının bu güçlü darbesinin sebebi onun ready-made yani hazır nesneleridir. Bir pisuar’ın müzede sergilenmesi  sanatın dolayımı ile sanat severlere karşı bir direniştir .Ki sanatın dolayıma alınması aslında onun da sorgulanması anlamına gelir.

Kapitalist tüketiciler olarak bizler, kapitalizmin motivasyonlarını içselleştiriyor hatta fark etmesek de hayatın çeşitli alanlarında dışa vuruyoruz. Baudrillard’ın tabiri ile biz sınırsız tüketim insanları olarak bir alışkanlık belki de bir refleks edinmiş durumdayız. Hatta psikanalizin görme hazzı fikri ile de gelişmiş, değişmiş, birleşmiş bir alışkanlık. O da, (gözlerimiz ile) baktığımız nesneleri yahut "şeyleri" daima kuşatmaya çalışmamız, tüketiyor ve dikizliyor olmamız,tahakküm etmeye çalışmamızdı. Sistemin içinde gelişmiş tüketici pratiklerimiz ve psikanalizin kuramsal tavrı ile karşımızda ki her "şey" bir arzu nesnesine dönüşür. İster müzede bulunan bir eser, ister bir sevişme sahnesi, ister iğrenç bir görüntü ile karşılaşalım. Neticede tüketiciliğin bulaştığı bir görme hazzı ile o anlarda birer duygu boşalması yahut arınma yaşarız. Bir nevi katharsis. Psikanalizde bizim doğamızdan kaynaklandığı söylenen bu durum, kapitalist tüketici mantığı ile birleşince özellikle sanat eserleri ile olan ilişkimizi tamamen otoriter bir bakış, dikizci, alıcı, kuşatıcı, tahakküm edici bir hale büründürür. Bir güç ilişkisi gibi adeta. Haliyle müzede yahut herhangi bir mekandaki sanat eseri buna direnemez. Sanatçılar da direnemez. Her ne kadar bahsettğimiz kapital öncesi olsa da Velezquez‘in Nedimeler eseri ve Manet’nin Olympia eseri, aslında izleyen gözün tahakküm eden göz olduğunun farkına varmışlardır (Sanatçılarda böyle ilginç bir kolektif bilinçdışı vardır farklı çağlarda yaşasalar da o kolektif bilinç dışına tabidirler ). Bu iki eser izlendiklerinin farkına varmışlardır. Dikizci ve tahakküm edici bir güç ilişkisi içindeki gözün kendilerine çevrildiğinin farkındadırlar lakin buna direnememişlerdir. Direnç gösterememelerinin sebebi, aslında sanatın ontolojik bir sorunudur. Duchamp işte bu sorunu fark etmiş, bizzat sanatın ontolojik statüsünü sorgulamıştır. Zira sanat eseri için ayrılmış mekana ve yere bir pisuar(endüstri ürünü) koyarak, kendisini izlemeye gelen özneye temaşa hakkını, dikizleme, kuşatma, tahakküm etme hakkını tanımamıştır.

Sanat Tarihinde bir sanatçı çıkmış ve karşısında kendisini bakmak, kuşatmak isteyen gözlere direnç noktası oluşturmuştur. Duchamp sanatın ontolojik statüsünü sarsmaya çalışmış, kendisini izleyecek, alımlayacak özneyi yadsıyarak yadsıma ve direnme üzerine bir politika kurmuştur. Şöyle örnekleyelim; Bir boks maçına gittiğinizi düşünün. Biri kazanacak biri kaybedecektir. Önceden belirlenmiş iki ihtimalin dahilinde kimin kazanıp kimin kaybedeceği temelde önemsizdir. Bu temaşa içinde bir boksör işin tekniğini(tekhne) doğru uygulayacak, doğru adımları takip edecek ve öyle dövüşecektir (sanat tarihinde ki Rönesans,barok ve tüm klasik üslupları bu boksör temsil ediyor herhalde?). Diğer boksör ise disiplinsiz, kendi çapında kuralsız ve işin tekniğinden yoksun dövüşecektir (modern sanatçıları da bu arkadaş temsil etmeli o zaman). Neticede hangi boksör yahut sanat akımına yakın hissedersek hissedelim sonuçtan çok izlemek, temaşa etmek aslolandır. Ondan haz almamızdır, ister olumlu ister olumsuz. Her türlü bir katharsis. Duchamp ise bu boks müsabakasında eldivenlerini çıkarıp beyaz bayrak sallamıştır. Oyunu, düzeni, temaşayı, gösteriyi bozan uyumsuz bir hareket. Duchamp modernistten ziyade bir absürd. Çünkü alışık olduğumuz mantık kurgusunu sekteye uğratır. Temaşayı kökten reddeder. Bakışımızda bulunan ve alışkanlık halinde gelmiş o jesti afallatır, küçük düşürür, sinirlendirir. Çünkü bakışımıza sirayet eden o jest, motivasyon yahut her neyse aslında tüketim mantığı ile antropolojimizin uzlaşımıdır. İki türlü bir reddediş vardır hazır-nesne’nin sergilenmesinde. Doğal( psikanaliz )  olanın ve kültürel(kapitalist)  olanın reddi.

Görme hazzının kapitalist tahakküm refleksiyle ayyuka çıktığı alanlar; sinema  ve müzelerdir. Performans sanatının ortaya çıkışı da bahsettiğimiz iki temel dürtüye bizzat hizmet etmesindendir.

Sürrealistler, kübistler her ne kadar farklı saik ve algılara sahip olsa da gözün tahakkümünden sıyıramamışlardır yakalarını. Zira sanat doğası gereği tahakküm altında olmak zorundadır önermesi çıkar bu noktada. İlk adımda doğal tahakküm yani gözün ,algının esirinde. İkinci adımda kültürel yahut ideolojik tahakküm yani bir kralın, bir soylunun, sıradan liberal demokrat bir tüketicinin esirinde. Demektir ki sanat asla devrimci ya da yıkıcı bir rol oynayamaz. Nazilerin korktuğu hatta kovduğu o sanatın akıbeti nedir ? Rus avangartları gibi eşi zor bulunan sanatçıların eserleri liberal demokrasi batı uygarlığının müze–kalelerin de heba edilerek sergilenmedi mi ? Peki bu sanatlar pasifize mi edildi yoksa doğası gereği hiç direniş gösteremedikleri için kaçınılmaz sonu mu deneyimledirler ? Zira ilk adımda ki göz’ün tahakkümü oldukça ikinci adımda ki ideolojik tahakkümün yolu açılacaktır daima. O vakit sanata atfedilen önem, kutsiyet, prestij kutsal üçlemesi sorgulanmalıdır ? Duchamp’ın eserlerinin yaratacağı olası bir tsunami endişesi yüzünden soyut dışavurumculuk ve benzeri sanat akımları parlatılarak, onların tanıtımı ve sözde teorisi için çalışılmadı mı ? Duchamp’ın girişimi ılımlı bir geçişle post modern sanata bağlanarak, post modern dönemde ortaya çıkacak içeriksiz, derinlikten yoksun, anlamsız eserlerin üzerinden bu olumsuz nitelendirmeler alınıp "post modern" kavramına yüklenerek, her şey kitabına uydurulmadı mı ? (Ne de olsa post modernlik hiçbir temellindirlmenin kurulamadığı, atışın serbest olduğu muğlak bir düşünsel alan). Ne de olsa post modernin kendisi bir belirsizlik bunda sanatın ne suçu olacaktı değil mi ?

Dadayı ise melankolik bir harakiri olarak görüyorum. Son derece bireysel, sanat piyasasının ve paydaşlarının (dönemin sosyolojik koşulları ile birlikte) isteyeceği türden kontrollü bir muhalefet. Oysa Duchamp sanat özelinde tüm pratiklerimizin maskesini düşürdü. Modern resim kendisiyle onu alımlıyacak olan bizlere mesafe koydu. Duchamp ise bakmamızı engelledi.

Kölelik ücretli emek yoluyla nasıl demokratikleştiyse, niteliksiz, avamlık, içerikten yoksunluk da kültür endüstrisi ile (müze, medya, para) sanatsallaştı. Bahsettiğim bu olumsuz özellikler sanatın suçu olmasa gerek zira post modernlik böyle bir şey değil mi zaten ? Tek sıkıntı post modernliğin bizzat yöntemsiz ve sistemsiz bir düşüncenin ürünü olması.




Kaynakça

Lazzarato,Maurizio.Marcel Duchamp ve İşin Reddi: İstanbul:Kolektif Yayınları:2017
Adanır,Oğuz.Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler:İzmir:Eylül Sanat Yayıncılık:2017
Akay,Ali.Sanat Bizi Seviyor:Ankara:Doğu Batı Yayınları:2017
Taburoğlu,Özgür.Nazar Başkası Nasıl Görür:Ankara:Doğu Batı Yayınları:2017
Foucault,Michel.Kelimeler ve Şeyler:Ankara:İmge Yayıncılık:2001


Oğuzcan Sever'in bu yazısı, yeni sanat 68 dergisinden alınmıştır. 

Hiç yorum yok