Tümceler
Dilin,edebiyat
ve felsefe ile kesiştiği nokta üzerine düşünmek.Kutsal üçgenin giriftleşen
derinliklerinde ,yalıtılmış ve ayakları yere sağlam basan yargılardan
uzaklaşmak.Betimlerken,betimlenir,tanımlarken tanımlanır olmak.Dilin temelinde
bulunan bu tuzağı ancak keskin bir duyumsama fark edebilir.Algı biçimleri
çeşitlendikçe ve farklı paletlerin renklerine aşina oldukça işaret edilebilir
bu duruma.Edebi tutkuların dışavurumunda sağlama yapmayı bekleyen felsefi
soruşturmaların,dilin kaygan zemininde yerinden edilmesi.Başlı başına bir
dolayım mekanizması olan dil'i yine dil aracılığı ile sadeleştirme
çabası,felsefenin ve edebiyatın en nihai amacını dil'den arındırma girişimi. Ludwig
Wittgenstein'ı çevirmiş bir insandan beklenecek bir hareket.İşte Oruç Aruoba'nın
Metis Yayınlarından çıkan Tümceler adlı eserinden keskin,ürkütücü ve
dehşetengiz alıntılar.
- Differend'da
düzenleyici bir rol oynayan bir başka kavram var :
tümce kavramı. Buna sınırsız bir kaplam veriyorsunuz, şöyle diyerek:
'Fransızca "Aie", İtalyanca "Eh", Amerikanca "Whoops" birer tümcedir;
bir göz kırpışı, bir omuz silkme, ayağını yere vurma, belli-belirsiz bir
kızarma ya da ani bir yürek çarpıntısı, birer tümce olabilir. Ya, bir kö
peğin kuyruk sallaması, bir kedinin dikelmiş kulakları? Ya, rüzgarın
denize taşıdığı bir tohum?' "Tümce" [phrase] sözcüğünün böylesine geniş, konuşma açısından her türlü tanımlamadan soyutlanmış bir anlamı olduğu kabul edilse bile, gene de, bunun ile, zorunlu olarak bağlı
olduğu alışılmış dil kullanımı arasında nasıl bir ilişki kurduğunuz, soru konusu oluyor?
- Etimolojiye başvurabilirim; çünkü, Grekçe phrasein, dilsel olmayan
gönderi biçimlerini imler. Kendi başına -böyle bir anlam bulunabilir
mi hiç?- herşey, bir an için bile olsa, bir evren gibi birşey açarak; bununla da, daha belirlenecek bir anlam kazanarak, bir tümce oluşturabilir. Dilbilimsel bir kavram seçtim, çünkü dili "kullanmağa" alışık olduğumuzdan, onun dışında açılan, farklı birçok anlamları olan, birçok
farklı eylem olanağı sunan, onca yoğun evreni ancak zorlukla tasarımlayabiliyoruz. Sanki hep dilin "içinden geçip" gitmemiz gerekiyor.
Jacques Derrida / Jean-François Lyotard
27.10.1984
tümce kavramı. Buna sınırsız bir kaplam veriyorsunuz, şöyle diyerek:
'Fransızca "Aie", İtalyanca "Eh", Amerikanca "Whoops" birer tümcedir;
bir göz kırpışı, bir omuz silkme, ayağını yere vurma, belli-belirsiz bir
kızarma ya da ani bir yürek çarpıntısı, birer tümce olabilir. Ya, bir kö
peğin kuyruk sallaması, bir kedinin dikelmiş kulakları? Ya, rüzgarın
denize taşıdığı bir tohum?' "Tümce" [phrase] sözcüğünün böylesine geniş, konuşma açısından her türlü tanımlamadan soyutlanmış bir anlamı olduğu kabul edilse bile, gene de, bunun ile, zorunlu olarak bağlı
olduğu alışılmış dil kullanımı arasında nasıl bir ilişki kurduğunuz, soru konusu oluyor?
- Etimolojiye başvurabilirim; çünkü, Grekçe phrasein, dilsel olmayan
gönderi biçimlerini imler. Kendi başına -böyle bir anlam bulunabilir
mi hiç?- herşey, bir an için bile olsa, bir evren gibi birşey açarak; bununla da, daha belirlenecek bir anlam kazanarak, bir tümce oluşturabilir. Dilbilimsel bir kavram seçtim, çünkü dili "kullanmağa" alışık olduğumuzdan, onun dışında açılan, farklı birçok anlamları olan, birçok
farklı eylem olanağı sunan, onca yoğun evreni ancak zorlukla tasarımlayabiliyoruz. Sanki hep dilin "içinden geçip" gitmemiz gerekiyor.
Jacques Derrida / Jean-François Lyotard
27.10.1984
21.
Felsefe yapmak, kişinin,
gelmeyeceğini bildiği birisini
beklemesine benzetilebilir.
28.
Dünya, uyur da.
Felsefe yapmak, kişinin,
gelmeyeceğini bildiği birisini
beklemesine benzetilebilir.
28.
Dünya, uyur da.
55.
İnsan, iki eli ve iki ayağıyla yapabildiklerine bakarak (saat ve
otomobil : birini onarmak, öbürünü kullanmak, vb) ne kadar
becerikli olduğunu düşünüp bunlarla övünebilir; ama, bir
örümceğin ağını, ve dört kolu (?) ve dört bacağıyla (?) onun
içinde yaptıklarını bir süre izlerse, daha alçakgönüllü olmayı
öğrenebilir. . .
İnsan, iki eli ve iki ayağıyla yapabildiklerine bakarak (saat ve
otomobil : birini onarmak, öbürünü kullanmak, vb) ne kadar
becerikli olduğunu düşünüp bunlarla övünebilir; ama, bir
örümceğin ağını, ve dört kolu (?) ve dört bacağıyla (?) onun
içinde yaptıklarını bir süre izlerse, daha alçakgönüllü olmayı
öğrenebilir. . .
70
Gecikmiş dalgalar dinerler, gece ilerledikçe
Rüzgar'ın karanlığa boyuneğmesi de, garip .. .
72.
Hayaller işitilir de.
81.
Kargaların günbatımının belli bir noktasında hep bir ağızdan
kraga'mağa başlamaları, acaba, ışığın en son görülebilirlik noktasına
ulaşmasından; artık, göremez olacaklarını farketmelerinden mi dolayı?
159.
Nasıl, gelmeyeceğini bildiğini beklemen "bilgelik sevgisi"
idiyse, geleceğini bildiğini beklemen de, sevginin kendisidir -
160.
Verimli bir çaresizlik -
olabilir mi?...
70. "CONFIRMATION"-"REFUTATION"
Tümcenin doğruluğu/yanlışlığı, kendi içinde ve en başından
-yazıldığı sırada- belirlenmiş değildir; belli olması da gerekmez (-sözümona 'bilgikuramcıları'nın bol bol sözünü ettikleri;
'saptamağa' çalıştıkları bir 'ölçüt'le, sözümona, 'gerçeklikle kar
şılaştırma' ('doğrulama'-'yanlışlama') da hiçbirşey ifade etmez)
: tümce, onu yazan kişinin yaşamında bulur, doğru olup olmadığının ölçüsünü - önceki yaşamındaki birşey onu doğrulamış ya da yanlışlamıştır; ya da, sonraki yaşamındaki birşey yapacaktır bunlardan birini (-şimdi, bu tümcenin doğruluğu ya
da yanlışlığı, onu yazanın yaşamında bulmuşsa ölçüsünü -
çünkü, hemen her yazdığı -doğruluğu-yanlışlığı sözkonusu
olan- tümcenin -çoğunlukla sonradan-başından geçmiştir
bu-; onu okuyan da, okuduktan sonra, yaşamında ya bulacaktır, ya da, bulamayacaktır bu ölçüyü.) - bu tümce de, işte, ancak o zaman doğru -tabii, belki de- yanlış olacaktır; ama,
doğruluğu/yanlışlığı, belirsiz de kalabilecektir.
Tümcenin doğruluğu/yanlışlığı, kendi içinde ve en başından
-yazıldığı sırada- belirlenmiş değildir; belli olması da gerekmez (-sözümona 'bilgikuramcıları'nın bol bol sözünü ettikleri;
'saptamağa' çalıştıkları bir 'ölçüt'le, sözümona, 'gerçeklikle kar
şılaştırma' ('doğrulama'-'yanlışlama') da hiçbirşey ifade etmez)
: tümce, onu yazan kişinin yaşamında bulur, doğru olup olmadığının ölçüsünü - önceki yaşamındaki birşey onu doğrulamış ya da yanlışlamıştır; ya da, sonraki yaşamındaki birşey yapacaktır bunlardan birini (-şimdi, bu tümcenin doğruluğu ya
da yanlışlığı, onu yazanın yaşamında bulmuşsa ölçüsünü -
çünkü, hemen her yazdığı -doğruluğu-yanlışlığı sözkonusu
olan- tümcenin -çoğunlukla sonradan-başından geçmiştir
bu-; onu okuyan da, okuduktan sonra, yaşamında ya bulacaktır, ya da, bulamayacaktır bu ölçüyü.) - bu tümce de, işte, ancak o zaman doğru -tabii, belki de- yanlış olacaktır; ama,
doğruluğu/yanlışlığı, belirsiz de kalabilecektir.
71. PHILOSOPHIA, AMOR, FELICITATE
Gelmeyeceğini bildiğini beklemen, 'bilgelik sevgin' idiyse, ve,
geleceğini bildiğini beklemen, 'sevginin kendisi' idiyse; işte,
gelmek üzere yolda olduğunu söylemek için arayanı beklemen
de, 'mutluluk'tur. . .
Gelmeyeceğini bildiğini beklemen, 'bilgelik sevgin' idiyse, ve,
geleceğini bildiğini beklemen, 'sevginin kendisi' idiyse; işte,
gelmek üzere yolda olduğunu söylemek için arayanı beklemen
de, 'mutluluk'tur. . .
ONTOLOJİ
Ocağım vardı, odunum yoktu; sonra, odunum oldu, ama oca
ğım yoktu; derken, hem ocağım oldu hem odunum; şimdiyse
ne ocağım var ne odunum-
- böylece, bütün olası olanakları gerçekleştirdiğime göre de,
ileride yeni bir olasılığın oluşma olanağı, yok. . .
Ocağım vardı, odunum yoktu; sonra, odunum oldu, ama oca
ğım yoktu; derken, hem ocağım oldu hem odunum; şimdiyse
ne ocağım var ne odunum-
- böylece, bütün olası olanakları gerçekleştirdiğime göre de,
ileride yeni bir olasılığın oluşma olanağı, yok. . .
-Oruç Aruoba,Tümceler,Metis Yayınları,İstanbul,2009
Post a Comment