Header Ads

ad

Haluk Orpak ile Röportaj

Sahnelerin alkışsız sanatçıları, pelerinsiz kahramanları olarak anılan, senelerini işine adamış Türkiye'nin önde gelen akordörlerinden biri olan Haluk Orpak ile röportaj yaptık. 35 senedir başına geçtiği her piyanoyu aynı heves ve aşk ile akort eden Haluk Orpak sorduğumuz soruları en içten şekilde cevapladı.



-Haluk bey bize kendinizden ve işinizden biraz bahseder misiniz? Bildiğim üzere Türkiye'de ki ilk piyano da sizin ellerinizden çıktı.


+Evet, daha evvel yapılan piyanolar da var fakat bunların tespitleri bildiğim kadarıyla yapılmadı. Sanırım 60-70’li yıllarda Ankara Konservatuarında yapıldı. Bunun haricinde İzmir Devlet Konservatuarında 1980 yılından itibaren 86 yılına kadar iki sınıf vardı, bu iki sınıfın beraberce dayanışma içinde yaptığı iki adet piyano var. Sıfırdan yapıldı bu piyanolar, yani içindeki ahşap konstrüksiyon, kasa, mobilya aksamı, şasesi ve mekanizması da dahil olmak üzere hepsi konservatuarın piyano yapım ve tamir atölyesinde yapıldı. 1986-87 yılı olması lazım, onların konserleri yapıldı yaklaşık %80-85 civarında yerli yapıldı bazı malzemelerin Türkiye’de üretimi mümkün olmadığından yurtdışından getirilmek zorunda kalındı. ilk yapılmış olmalarına rağmen başarılı ve güzel piyanolardı. Şu an kullanımda olduklarını sanmıyorum nerede olduklarını bilemiyorum. Ben konservatuarı 1986’da bitirdikten sonra Viyana’ya Bösendörfer firmasına eğitime gittim, sertifikamı aldıktan sonra İzmir’ döndüm Devlet Opera Balesine girdim o tarihten beri de İzmir’de piyano akordörlüğü yapıyorum. Benim kişisel tanımıma gelirsek, işin lise kısmından başlamak istiyorum 1975 yılında Mithat Paşa Meslek Lisesi, Ahşap Modelleme bölümüne girdim 1978’de mezun oldum, karabağlarda modelcilik atölyesinde 2 sene boyunca çalıştım. Sonrasında müziğe olan yeteneğim, müzik aletleri ile alakam yüzünden konservatuarın piyano akort yapım onarım sınavlarına girdim. Öğrencilik yıllarımda iki adet piyano yapıp 1986’da mezun oldum. Hala Opera Balede aktif görevdeyim. Bu bağlamda anlatmak gerekirse, 1994 yılında Piyano Piyano adı altında piyano satış ve servis firması kurdum. 94’ten beri hem resmi hem de dışarıdan profesyönel anlamda destek vermekteyiz.

-Böyle bir işin artıları eksileri neler, çok niş bir meslek dalı. Sizinle bu mesleği paylaşan bir avuç insan var diye biliyorum..

+Tabi bu mesleği yapabilmek için bu işin okulunu okumak gerekiyor. Alaylı çalışanlar, hevesli olanlar, çabalayan arkadaşlar var ama bu işi doğru dürüst yapmak istiyorsa, akademik altyapıyı almak, okulun bu bölümünü bitirmek gerekiyor. Nasıl ki doktor olmak istiyorsanız tıbbı bitirmeniz gerekiyor, bu işte de böyledir. Aksi takdirde eksik kalırsınız yarım kalırsınız. Bu işi tam donanımlı yapmadığınız için de işinizde eksik kalır, kötü işler çıkarırsınız. Zaman zaman Dokuz Eylül Üniversitesi Konservatuarının, Piyano Yapım ve Onarım bölümüne öğrenci alınıyor ama bu sürekli öğrenci alınan bir bölüm değil. İki kez 7şer yıl arayla açıldı ve kapandı, buradan mezun olanların bir kısmı meslek olarak devam etti bir kısmı etmedi. Bu işi profesyonel ve eğitimli olarak yapan insan sayısı iki elin parmağını geçmez. İzmir’de 3-4 kişi İstanbul, Ankara’da da durum farklı değil. Bu işin artıları, eksilerine gelecek olursak, şöyle bir laf vardır sevdiğiniz işi yapıyorsanız çalışmamış olursunuz. Ben sevdiğim işi yapıyorum çünkü Mithat Paşa Meslek Lisesinden aldığım teknik altyapı ve konservatuardan aldığım teknik ve müzik bilgileri ile beraber bu işi çok severek yapıyorum, başarılı olduğumu da düşünüyorum. Yaklaşık 1984’den beri piyasada bu işi profesyonel olarak yaptığım için izmirin tamamı neredeyse bilir. Artıları şudur sevdiğim işi yapıyorum, bundan ötürü de başarılı olabiliyorum ve bundan keyif alıyorum. Birçok işe yaramaz, kenara atılmış piyanoları ayağa kaldırıp, hayata, kullanıma kazandırdığım için çok mutlu oluyorum. Bu işin tabi maddi anlamda kazançları da oluyor ama bu benim için ikinci planda. Benim için öncelik olmayacak, kimsenin uğraşmak istemediği bir piyanoyu, eğer altyapısı düzgünse, düzgün bir şekilde onarıp, kullanıma sokmak. O zaman inanılmaz mutlu oluyorum, inanılmaz keyif veriyor. Her şey illa para kazanmak, çok şey elde etmek değil. Biraz da bu anlamda manevi huzur da gerekiyor. Eksileri ise, zaman içinde insan profili çok değişiyor, insan profili değiştiği için bir takım olmaması gereken durumlarla karşılaşıyoruz, hoş olmayan durumlarla karşılaşıyoruz. Karşındaki insanın bizi gördüğü gözü farkettiğimizde seviyeyi çok düşürmeden gerekli cevabı vermeye, onları da eğitmeye çalışıyoruz. Yaşadığım en büyük problem bu. İşi sanat, sanatçı anlamında değil daha ticari yönden görüldüğü zaman bu bizi üzüyor. Yaptığımız sanatın içinde işin tamamen maddi kısmında belli zorluklar yaşıyoruz. İşi ticari anlamda görmek karşı taraftan ticari anlamda görülmesi beni üzüyor. Bunların dışında çok büyük keyif alıyorum.

-İşiniz dolayısıyla hem kurumlar, hem sanatçılar hem de evinde piyanosu olan bireysel kullanıcılar ile Türkiye'nin her yerinde çalışıyorsunuz. Kültür sanat ortamı ile ilgili görüşlerinizi paylaşır mısınız.

+ Geçen zaman içinde her şey değişiyor. Bana göre zaman geçtikçe kültüre, sanata ve bilime verilen değer daha da azalıyor. Bunu birebir gözlemleyen biri olarak söyleyebilirim. Geçtiğimiz yıllarda insanlar müziğe daha çok değer veriyordu, çocuklarını daha çok müziğe yönlendiriyorlardı. Piyano, gitar, spor vs. gibi hobiler edinsinler diye yönlendiriyorlardı. Kendimize ayıracak çok zamanımız olmuyordu, daha çok insanlara piyano almaları, seçmeleri konusunda yardımcı oluyordum. Neredeyse haftanın iki üç günü insanlar benim yardımımı istiyordu piyano almak için, piyano satış yerimi açmadan önce. Kafamı kaşıyacak vaktim yoktu diyebilirim. Günde 3 akorda 4 akorda gittiğimi biliyorum. 94’te piyano satış yerimi açtıktan sonra da bu böyle devam etti fakat gelişen teknoloji ve dünya düzeni sonrasında, bir takım farklı teknolojik aletler, farklı yaşam şekilleri ortaya çıkınca insanlar kültür, sanat ortamına daha az değer verip, teknolojik tüketim malzemelerine değer verip, bunlara yönelmeye başladılar. Tabi kültür sanata ilgi tamamen bitti diyemeyiz ama geçmişe göre çok düştü. Tabi bunun sebebi ekonomik de olabilir, başka sebepler de olabilir, biliyorsunuz ülkemizin durumu kötüye gidiyor, insanlar piyano alamaz duruma geldi. Piyanolar yurtdışından ithal olduğu ve dövize endeksli olduğundan akustik piyano alamaz, dijital enstrümanlar alır hale geldiler. Tabi bu bir müddet için çözüm getirecektir fakat artık onlar da ekonomik olarak zorlamaya başladı insanları. Hem müziğe, sanata değer veren ailelerin, insanların sayısı azaldı, hem enstrüman fiyatları arttı, bu böyle katlı olarak büyüyor durum bu..

Yaptığınız iş niş bir iş, Türkiye’deki kültür sanat eserlerini bilhassa konserlerde bunları icra edenlerle, dinleyenler işinize ne kadar saygı duyuyorlar, ne kadar haberdarlar sizden. Çoğu dinleyici bir akordör olduğundan haberdar değildir diye düşünüyorum.

+ Değil, evet, değiller. Bir piyano konseri veya resitalinde bir akordörün oraya gidip piyanoyu piyaniste, icracıya hazırladığını çok az kişi biliyor. 
-Ve bu her seferinde oluyor di mi? Yani akort.
+Her seferinde olmak zorunda çünkü, şey gibi düşünün. Konser öncesinde piyanonun her bir aksamı kontrol edilip, düzeltilmezse, konser esnasında herhangi bir problem olabilir. Bunları ortadan kaldırmak için Piyano akordörünün hem akordunu yapması gerekiyor hem de mekanizmasını tek tek gözden geçirip herhangi bir sıkıntı oluşacaksa önden tespit edip önlemini alması gerekiyor. Akordörün önemi budur. Bizim işimiz bu biz bunu yapıyoruz. Ancak koser bittikten sonra herkes piyanisti tabi alkışlar bizi kimse bilmez daha ileri gideyim hiçbir piyanist de bize teşekkür etmez, genellikle. Çok nadirdir konser sonrasında, akord sonrasında gelip kontrolünü yaptıktan sonra teşekkür eden, çok nadir piyanist var. Olması gerekeni misal şudur bana göre, konser ya da piyano resitali yapılacaksa, piyanistin yanında ya da altında piyano akordunu ve bakımını yapan kişinin adı da yazılması gerekir. Ona da hiç değilse bir sorumluluk bir kredi verilmesi gerekir.  

-Sonuçta bir sorun çıkarsa fatura size kesilecek ama her şey yolunda giderse hiçbir mükafat yok.

+Evet, sorumluluğunun da ödülünün de böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Bu yapılmalıydı şimdiye kadar, yapılmadı. Bunu dile getirdim daha önce. Senfoni orkestralarında olsun, resitallerde olsun diye ama insanlar bunu pek dikkate almıyorlar. Üzülüyorsunuz tabi sonuçta hoş bir durum değil ama yapacak bir şey yok. İkincisi bu işi meslek olarak yapan yani eğitim kurumlarında ya da opera vesairelerde bu işi meslek olarak yapanların akordörleri evine pek çağırdığı görülmemiştir. Bu işe dışarıdaki piyano sahipleri, aileler önem veriyorlar.

-Yani bireysel kullanıcılar daha bilinçli ve daha vefakar diyebilir miyiz?

+Bireysel kullanıcılar çok daha bu işe önem gösteriyorlar, piyanolarına, akortları ve bakımlarına. Bu işi meslek olarak yapanlar biraz daha az önem gösteriyorlar. Piyano bakımlarını yaptırmaları, akort ettirmeleri çok daha az oluyor, daha az duyarlılar.

-Bu bağlamda piyanistin altında akordörün de ismi yazılmalı diye demiştiniz. Yurtdışında eğitim almış birisiniz, yurtdışında akordörün yeri nerede bahsettiğiniz gibi bir sorumluluk, mükafat paylaşımı var mı? Aynı zamanda mesleki açıdan Türkiye’yi yurtdışı ile karşılaştırırsanız neler söylersiniz?

+Bir anımı anlatayım sizlere, Avusturya’da eğitim alırken arkadaşlarımla bir lütiyenin yanına gittik, tanışmaya, sohbet etmeye. O sırada oranin senfoni orkestrasında çalan bir viyolonsel sanatçısı, viyolonselini almaya geldi. Karşılaştığım manzara şuydu. Sanatçı içeri girdiğinde lütiyenin karşısında önünü ilikledi söylenen rakamı, düşünmeden verdi, enstrümanını denedi teşekkür ederip güzel bir şekilde oradan ayrıldı. Lütiye verilen değer buydu, bunları Türkiye’de beklemiyoruz tabi ama konserlerde en azından hatırlanmak istiyoruz.

-Siz ünlü isimlere de akort yaptınız geçmişten günümüze bunlardan biri de Chic Korea, o mesela akordunu yaptıktan sonrada size teşekkür ettiğini ve imza verdiğini biliyorum, bu biraz da sanatçının yetiştiği kültür ve anlayışla mı ilgili sizce?

+Kesinlike bu kişinin kendi yetiştiği kültürle birebir alakalı. Chic Korea’ya akort yaptım burada görmüş olduğunuz yabancı piyanistlere akort yaptıktan sonra hemen hepsinde bununla karşılaştım. Michel Camilo’ya akort yaptıktan sonra geldi denedi, akordu kim yaptı dedi, bilhassa teşekkür etmek için yanıma geldi sohbet ettik. Buna benzer çok yaşadım ama bunu bizim Türk piyanistlerimizin çoğundan göremedim. Elbette yapanlar var, bu tamamen kişinin kendisi ile aldığı eğitim ve kültür ile alakalı. Yapacak bir şey yok tabi ki bu konuda önemli olan sizin işinizi doğru düzgün yapmanız, konserin sorunsuz bir şekilde geçmesi, bizim en çok sevindiğimiz olay budur.
                                                                             
-Diğer yandan 35 sene oldu meslekte yanlış bilmiyorsam. Hem eski üstat, virtüözlerle hem de yeni gelişen genç sanatçı arkadaşlarınızla işinizi yürütüyorsunuz arakadaki fark nedir? Mutlaka bir nesil, çağ farkı vardır ama kültür ve sanat anlayışı bağlamındaki fark nedir sizin açınızdan?

+Ben buraya kendi başıma gelmedim elbette bizi eğiten, yetiştiren, bilgilerini aktaran, bildiği her şeyi teorik olarak da pratik olarak da öğretmeye çalışan hocalarımız oldu. Ben onların sayesinde ve kendi becerimi buna katarak bugünlere geldim. Hocalarımın ikisi de rahmetli oldu, ikisinin de mekanları cennet olsun. Mesela ilk hocam Abdullah Arseverdi onun sayesinde 4 yıl kadar bir eğitim aldım sonrasında sınıf atladım, İsmail Bütev hocam oldu. Onların sayesinde bugünlere gelebildim. Çünkü onlar hiçbir zaman bilgilerini benden sakınıp saklamadılar. Zaten bu iş böyle yürür, böyle büyür, böyle ilerler. Olması gereken de budur. Bilimde sanatta ilerlemek istiyorsanız sizde varolan bütün bilgilerinizi bir sonraki nesile aktarmak zorundasınız ancak böyle ilerleyebilirsiniz. Çok güzel bir laf vardır, bir mum diğer bir mumu yaktığında ışığından bir şey kaybetmez tam tersine ortalık daha çok aydınlanır. Bunu böyle öğrenip böyle yapmaya çalıştım. 1998 ve 2001 yıllarında konservatuardaki hocalığım döneminde olabildiğince öğrencilerime elimden gelen her şeyi öğretmeye çalıştım. Öğretmenlik hayatım bittikten sonra mesleki yaşantımda da benden yardım isteyen ya da benim bilgi birikimimden faydalanmak isteyen eski öğrencilerimin hiçbirini reddetmedim. Onları bildiğim her şeyi aktararak eğitmeye çalıştım. 5-6 öğrenci geçti benim eğitimimden onlar da şu anda türkiyenin farklı illerinde bu işi başarılı bir şekilde yapıyorlar. Onlar başarılı oldukça ben daha mutlu oluyorum, işin vefa kısmına girmiyorum o ayrı bir konu ama işin eğitim kısmında ben üzerime düşeni yaptım o yüzden çok müsterihim, çok rahatım. Bugün yine aynı kişiler ya da kurumdan yetişmiş öğrenciler bu yardımı isterse yine veririm.

-Benim sormaya çalıştığım bir diğer şey ise eski üstatlarla yeni sanatçılar arası bir karşılaştırmaydı ama kendi mesleğinizde bir karşılaştırma yapmanız çok güzel oldu.

+Yani tabi şöyle söyleyeyim eski piyano sanatçıları ile diyaloglarımız biraz daha farklıydı. Sonuçta eski kuşak insanlar, biz de biraz o kuşağa yakınız aynı frekanstan konuşabiliyoruz. Konser öncesinde sohbet edebiliyorduk, beraber zaman paylaşılıyordu. Bir takım sosyal, siyasal, politik hemen her şeyden zamanımız el verdiğince konuşabiliyorduk. Yeni yetişen gençlerle böyle şeyler paylaşamıyoruz niye, onlar daha çok kendi mesleklerine daha çok odaklandıkları, konseri daha çok düşündükleri için. Artı bir insanla bir insanla bir şeyleri konuşabilmeniz için bu devirde artık arkadaş olmanız gerekiyor bizim de böyle bir imkanımız olmadığı için daha çok iş ilişkimiz oluşuyor yeni genç arkadaşlarla. Bazen internet üzerinden küçük sohbetlerimiz olabiliyor, konsere geleceğiz ne yapabiliriz, nasıl olur vs. gibi iş alakalı konuşmalar oluyor.

-Tüm bunların yanında işte o yüksek kültür, yüksek sanat, onca yıllık emek, zanaatkarlığın yanında sizin off-road fanatiği olduğunuzu biliyorum. Bu kadar insanın ruhunu incelten bir iş yapıp diğer yanda kaba saba olarak adledebileceğimiz, kas gücünün motor gücünün ön planda olduğu bir hobi ile uğraşıyorsunuz. Bu birbirini tamamlıyor mu bir yerde, nedir sizin için yeri?

+Birbirini tabi ki tamamlıyor. Sizinde dediğiniz gibi biri ince biri kaba iş, artı eksiler gerekli hayatta. Off-oad bir hobi biliyorsunuz, kimisi resimle uğraşır, kimi sporla, kimi el sanatları ile uğraşır vs. Benim hobim de off-road. Burada kendi işinizle uğraşıyorsunuz, insanlarla uğraşıyorsunuz vs. Buradaki stresten, bu çerçeveden çıkmam gerekiyor kendimi dengeleyebilmem için. Bunu sağlamak için de buradan uzaklaşmam gerekiyor. Farklı bir dünyada farklı bir iş yapmam gerekiyor. Off-roadda arazi araçlarımızla dağlara çıkıp hiçbir teknolojik aletin olmadığı bir ortamda, tamamen doğal bir ortamda, kas gücü, motor gücü, çamura saplandığınızda, asılı kaldığınızda, bu işlerle iştigal edince bütün bu dünya gailesinden uzaklaşmış oluyorsunuz. Farklı bir bir dünyada farklı bir iş yaptığınız için de deşarj oluyorsunuz. Dinleniyorsunuz, doğal ortamda olmaktan ötürü kendinizi buluyorsunuz. Aslında doğaya ait olduğunuzu anlıyorsunuz, ruhunuzu dengeleyebiliyorsunuz. Şehir hayatında hep maddeyle uğraşırken doğada ruhunuzla uğraşıp, onu besliyorsunuz. Bu yüzden off-road olayı benim için çok çok önemli, bunu yapmasanız bile şehir dışına birkaç saatliğine çıkıp ruhunuzu dinlendirmek çok önemlidir tavsiye ederim. Yaklaşık 7-8 senedir bu işi hobi olarak yapıyorum, keşke çok çok daha önceden yapabilseydim çünkü bu 7-8 sene zarfında ruhumun ne kadar dingin olduğunu farkettim. Ne kadar bana iyi geldiğini farkettim. Kendimi bu şekilde dengelediğimi, stresten uzak kaldığımı artık bedenimde strese yer olmadığını farkettim bu hobiyi yaptıkça. O yüzden bu işi de hiç bırakmayı düşünmüyorum.




Röportaj: Mert Kofoğlu

Hiç yorum yok