Yıkıma Dair
Her zaman duyarız insanı hayvanlardan ayıran, hatta en yakın
akrabamız sayılan maymungiller (şempanzeler, orangutanlar, bonobolar vs.) dahil
en büyük özelliğin zekası, düşünebilme ve tahakküm yetileridir diye. Bu yargıya
bir ek olarak insanın toplu olarak hareket edip, birlikte yaşayıp, toplu olarak
bir işi yapabilmesi, bir amacı yerine getirebilmesi eklenebilir. Bizi
atalarımızın akrabaları olan Neandarthallerden ayıran en büyük özelliğimiz
budur.
Evet, bizler toplu olarak yaşıyoruz hatta zaman zaman toplu
ölüyoruz. Peki nedir bunun son yüzyılda kültüre, sanata getirisi? Bilhassa son
yıllarda hasıl olan bu dejenerasyonda yeri, görevi ne? Nedir bu sanat ve kültür
alanlarındaki kalite enflasyonu? Bu sorulara birçok farklı açıdan bakabilir,
ele alabiliriz.
“20. yüzyıl aşırılıklar çağıdır” der Eric Hobsbawm.
Savaşlara, katliamlara, daha önce görülmemiş acılara, felaketlere gark olan
insanoğlu için çok yanlış bir söylem olduğu söylenemez. Ve insanın murisi gene
insan olunca 21. yüzyıl için de çok farklı şeyler bekleyemiyorsunuz. 20.
yüzyılın her şeyini alıp daha da çılgın bir hale getirmedik mi el birliği ile
sizce de? Ne kadar suçlu hissediyoruz? Ne kadar sorumlu hissediyoruz? ya da
umursuyor muyuz?
Biz bu oluşumda kendimizi görece suçlu, sorumlu, işbirlikçi olarak
saydığımızdan bugün çabalıyoruz. Bunları söyleyip kendimi ve düşünce
arkadaşlarımı aklayıp kenara çekilme niyetinde değilim, sanıyorum bir ömür boyu
da olamam çünkü bir yıkım dünyasındayız. Yıkılmakta olan, dejenerasyonun bile tanımlayamadığı
bir yozlaşma içinde olan dünyada yaşıyoruz. Sanki halihazırda kendi kendine
yıkılan bir binanın içinde onu yıkmaya çalışan işçiler gibi.
Lakin bunu düzeltecek olan bizleriz, belki kangren olan ayak
geri dönmeyecek ama ölmeye lüzum var mı? Yok. Kaliteli eserleri izlemek,
dinlemek, işini severek yapan sanatçıları desteklemek, bunlara erişimi sağlayan
mekanları, sahneleri kurumları desteklemek çok mu zor? Değil. Bugün bütün
cahilliğimiz bilhassa varlıksızlığımız, yetkinsizliklerimiz ile Thorstein
Veblen’in The Theory of the Leisure Class (Aylak Sınıfın Teorisi) kitabında bahsettiği,
yerdiği o aylak sınıf ile hiçlik arasında kaybolduk.
(Umarım biraz olsun bu satırların sonunda salt duyular düzeyinde Edward Munch'un bu eserindeki hislerini paylaşabiliriz.)
E. Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, 1994
Mert Kofoğlu'nun bu yazısı yeni sanat 68 dergisinden alınmıştır.
Post a Comment